Bugün dünya corona virüsüyle başa çıkmaya uğraşıyor. Bundan 100 yıl önce, Birinci Dünya Savaşı yıllarında dünyanın başına bir başka grip virüsü bela olmuştu. İspanyol nezlesi ya da gribi denilen bu virüs, bugünkünden farklı olarak 20-40 yaş grubundaki insanları etkilemişti. Bu yaş grubundakiler aileler için kazanç getiren kişiler olduğundan, onların ölümü geride çok sayıda kimsesiz çocuk ve yaşlı kalmasına yol açmıştı. Yine ölenlerin çoğu erkekler ve hamile kadınlardı.
1918-1920 yıllarında dünyayı kasıp kavuran salgın, H1N1 virüsünün ölümcül bir alt türünün yol açtığı grip salgını idi. İspanyol nezlesi ilk kez 11 Mart 1918'de ABD'nin New Mexico eyaletinde saptandı. Dolayısıyla ilk olarak İspanya’da ortaya çıkmış değildi. Bununla birlikte ilk kez tartışılmaya başlandığı ve salgın olduğunun anlaşıldığı yer İspanya oldu. O nedenle de İspanyol nezlesi adıyla anıldı. İspanya’da ortaya çıkmadan önce de muhtemelen devletler Birinci Dünya Savaşı’nın da etkisiyle salgını gizlemişlerdi. İspanya, Birinci Dünya Savaşı’na girmediği için –savaşa giren ülkelerden farklı olarak- orada sansür uygulanmıyordu.
Salgın Eylül-Kasım 1918 arasında zirve noktasına ulaştı. Etkilediği ülkeler arasında Türkiye de vardı. Nitekim bu nedenle de devlet bazı önlemler almaya girişti. Osmanlı Arşivi’nde yer alan belgelerde bu konuda bazı bilgiler yer almaktadır. Bu konudaki ilk belgede, “İspanyol nezlesi dolayısıyla çok sayıda vefat olduğundan bütün resmi ve hususi mekteplerin yeni bir bildiriye kadar kapatıldığı ve hastalığın bulaşmasının men'i için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği” belirtilmektedir. Alınan önlemlere rağmen bir müddet sonra gribin tekrar yayıldığı görülmüş ve okullarda eğitime ara verilmişti. Bunun ad resmi ve gayri resmi gazeteler aracılığı ile duyurulması istenmişti. Alınan önlemlerden sonra tekrar eğitime başlanmıştı. Ancak yine de savaş koşulları nedeniyle Harbiye Nezareti istenilen doktorları gönderememişti.
İspanyol nezlesi edebiyatımızda da yerini almıştı. Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda şöyle anlatır:
Biz ki İstanbul şehriyiz,
Seferberliği görmüşüz:
Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,
Vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi
bir de İttihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi
914’ten 918’e kadar yedi bitirdi bizi.
Metin Eloğlu da “Lokman Hekimin Sev Dediği” şiirinde geçirir İspanyol nezlesini:
Mapusaneler Yedi düvel harbi İspanyol nezlesi
Sultan Hamid Don Civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi
Başaklanmayan yulafa söylemeli
Cılk yumurtaya
Paslı demire
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın
Hoşnut değillerse bu gidişattan
Akıl etsinler seni sevdiğimi
Hüseyin Rahmi Gürpınar da Hakka Sığındık romanına İspanyol nezlesi salgınını anlatarak başlamıştı.
Yine Samsun’a çıkmadan kısa bir süre Atatürk’ün de İstanbul’da iken İspanyol nezlesine yakalandığı ve sonrasında hastalığı atlattığı belirtilmektedir.
İspanyol nezlesinden ölenlerin toplam sayısının 50 ile 100 milyon arasında olduğu ileri sürülmektedir. Bu rakam, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda ölenlerin toplamıyla aşağı yukarı aynı miktardadır. Salgın neticesinde Hindistan'da 17 milyon kişinin yani ülke nüfusunun %5'inin öldüğü belirtilmektedir. Salgının ilk görüldüğü ABD'de ise nüfusun yaklaşık %28'i hastalığa yakalandı; ve 500.000-675.000 (bazı rakamlara göre 1 milyon) kişi hayatını kaybetti. Rakamın İngiltere’de 250.000, Fransa'da 400.000 kişi olduğu tahmin edilmekteydi. Ünlü sosyolog Max Weber de hastalığa yakalanıp hayatı kaybedenler ünlüler arasındaydı.
100 yıl sonra benzer bir virüsle insanlık karşı karşıya… Tıbbın bu kadar ilerlediği bir dünyada aynı çaresizlik ve panik havası hakim. Sadece bu kez herhalde “Azrail yeryüzüne indi” gibi ifadeler kullanmıyor. Gerçi İran’daki gibi trajikomik olaylar da olmuyor değil. Hastalıkla mücadele edelim derken kaçak içkiden ölenler gibi… Diğer taraftan hastalık edebiyatın da konusu oluyor elbette yukarıda değinildiği üzere… Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk romanına gönderme yapalım; mümkün oldukça steril bir hayat sürdürelim, kendimizi okumaya, film seyretmeye verelim derim. Aşk olsun ama hastalık, salgın, virüs olmasın…