Birinciye kaza, ikinciye tesadüf, üçüncüye istikrar diyoruz. Kazayı görüyor, tesadüfle karşılaşıyor ama istikrarı bir türlü okuyamıyoruz. Oysa Kurt Koffka’nın söylediği gibi: “Bütün, kendisini oluşturan parçaların bir araya gelmesinden farklı bir şeydir.”
Pazartesi günü AKP Genel Başkan Danışmanı, yani Erdoğan’ın danışmanı Yasin Aktay, Yeni Şafak’ta yazdı. Mısır’la artık yeni bir sayfa açmak gerektiğini söyledi:
“Türkiye ve Mısır arasında bu kopukluk başkalarına gereğinden fazla fırsatlar doğurmakta ve iki ülkeye de İslam dünyasına da çok pahalıya mal olmaktadır. Oysa iki ülkenin bir işbirliği ve dayanışma içinde olmaktan başka bir kaderleri yok ve eninde sonunda bunu yapmaları gerekiyor.”
Aynı günün akşamında, AKP’nin önde gelen vekillerinden Mustafa Elitaş, TV5’te, yani Milli Görüş’ün kanalında Mısır meselesini açtı:
“Bu sürecin arka kapı diplomasisiyle devam ettiğini biliyorum. Umuyorum ki bu arka kapı diplomasisinden sonra biraz daha devletlerarası ilişkilerinin oluşması kanaati bende de mevcut. İslam ülkeleri artık bütün kırgınlıklarını bir tarafa bırakarak, bugün yaşananların ne büyük bir oyunun sebebini olduğunu bilmemiz gerekiyor.”
24 saatte olanlar bundan ibaret değil...
Gün bitmeden Suriye Devlet Ajansı (SANA), MİT Başkanı Hakan Fidan ile Suriye Ulusal Güvenlik Büro Başkanı Tümgeneral Ali Memlük’ün, Rusya gözetiminde bir müzakere gerçekleştirdiğini duyurdu. Ertesi gün, yani salı, Türkiye bu görüşmeyi Reuters aracılığıyla doğruladı. İki ülke Suriye’de krizi fiilen bitirecek başlıkları görüşmüştü.
Bunlar olurken Moskova’da, Rusya ve Türkiye’nin mimarı olduğu Libya görüşmeleri gerçekleşiyordu. Türkiye’nin desteklediği ve Doğu Akdeniz’de egemenlik anlaşması imzaladığı Ulusal Mutabakat Hükümeti Lideri Fayiz Serrac ile savaştığı Libya Ulusal Ordusu lideri Halife Hafter masaya oturmuştu.
Aslında başka gelişmeler de var. Ama uzatmayayım...
İsrail açıklamasıyla başladı
Asıl soru, tüm bunlar nasıl oldu? Daha bir hafta önce Erdoğan, “meşru hükümetle darbeci arasında arabulucu olunur mu” diye çıkışmıştı. Erdoğan, Mısır’daki yönetimi “eli kanlı diktatör”, Suriye’dekini ise “katil ve terörist” ilan etmişti. Ne değişti de her şey bir günde başkalaştı?
Eksik kalan parçayı da söylersek tamamlanacak gibi.
5 Ocak’ta, Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, köşesinde Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı ile yaptığı görüşmeyi yayımladı. En önemli kısmını aktarayım:
“Bundan sonra mutlaka atmamız gereken adım şudur. Libya ile yaptığımız bu deniz anlaşmasının aynısını en kısa sürede İsrail ile de yapmalıyız...”
Yaycı, sıradan biri değil. Türkiye’nin Libya Mutabakatı’nın mimarı. Bizzat Cumhurbaşkanı adını anmıştı:
“Bu konudaki çalışmalar bir anda ortaya çıkmış değildir. Türkiye olarak, deniz yetki alanları konusunda Libya ile 10 yıl önce ilk adımları attık. Halen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın Kurmay Başkanlığı’nı yürüten Tümamiral Cihat Yaycı’nın bu konuda hazırladığı raporlar, haritalar, yazdığı makaleler ve kitaplar ortadadır.”
Bu köşeyi okuyanlar hatırlayacaktır. 30 Aralık’ta, Yaycı’nın Libya ile deniz anlaşması tezini, bugüne taşıma hikâyesini yazmıştım. Orada Yaycı’nın konuyu kamuoyuna anlatma girişimlerinin Hulusi Akar’a takıldığını anlatmıştım.
Devlet eksen değiştiriyor
Yaycı, Libya Mutabakatı doktrinini neyse ki bir dergide kaleme aldı. “Türkiye-Libya Arasında İmzalanan Münhasır Ekonomik Bölge Andlaşmasının Sonuç ve Etkileri” başlıklı makalesi, Kriter Dergisi’nde yayımlandı. Kriter Dergisi’nin SETA tarafından çıkarıldığını, Saray’da Erdoğan’a akıl veren “3 danışmandan 5’inin” resmi yayın organı olduğunu hatırlatayım. Belli ki orası uygun bulunmuştu!
Makale, Libya Mutabakatı’na gelen süreci ve mutabakatın içeriğini ayrıntısıyla ele alıyor. Fakat en önemli kısmı “gelecek dönemde yapılması gerekenler” ara başlığını taşıyor. Bu bölümü okuyunca “Libya Mutabakatı” olarak andığımız sürecin yalnız olmadığını, aslında “Libya-Mısır-İsrail-Lübnan” paketinden oluştuğunu görüyorsunuz. Çizilen yol haritasına göre Libya’yla atılan ilk adımı, bu ülkelerle işletilecek süreç takip ediyor.
Makale Mısır’a şunu söylüyor:
“Türkiye yerine Güney Kıbrıs ile anlaşma yaparak 11 bin 500 kilometrekare deniz alanını kaybediyorsun.”
İsrail’e şunu söylüyor:
“Türkiye ile anlaşman durumunda 16 bin 344 kilometrekare deniz alanı kazanacaksın.”
Lübnan’a şunu söylüyor:
“Güney Kıbrıs ile anlaşma yaparak 3 bin 957 kilometrekare deniz alanı kaybediyorsun.”
Kissenger’ın “Ortadoğu’da Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz” sözüyle, Lübnan’ın “yavru Suriye” olma halini tamamlarsak bir günde yaşadığımız baş döndürücü trafik anlaşılıyor. Türk devletinin aklının bir yanı, AKP döneminin son yıllarına eşlik eden “herkesle savaş, hiç kimseyle barış” doktrinini, Doğu Akdeniz aracılığıyla dönüştürmeye çalışıyor. Becerebilirse Suriye, İsrail, Mısır, Lübnan ve tabii Libya ile anlaşıp, Yunanistan-Kıbrıs Rum Yönetimi ile çıkar çatışmasına girmeye hazırlanıyor. Sürecin Cumhurbaşkanı’na da bir brifingle anlatıldığını öğreniyoruz. AKP’den ardı ardına gelen açıklamalar kamuoyunu hazırlarken, dış politikadaki MİT-Dışişleri hamleleri sürecin taşlarını döşüyor. Yunanistan’ın Güney Kıbrıs’la birlikte pazartesi akşamı yaptığı sert tondaki “Libya Mutabakatı yasadışı ilan edilsin” çıkışı, sürecin karşıdan da aynı şekilde göründüğünü anlatıyor.
Mısır’la, Suriye’yle, Libya’yla yapılan görüşmeleri öğrendik. Peki, İsrail? Bir İsrail Dışişleri yetkilisine Rafael Sadi aracılığıyla konuyu sorduğumuzda aldığımız yanıt şu oldu: “Bu konuda bir açıklama yapamayız.”
Bir de 24 saat kısa derler...
İnsan bazen koca hayata bir hiçliği, kimi zaman ise bir güne uzun tarihi sığdırabiliyor.