Guevara’nın hangi koşullarda öldüğünü bilmiyoruz. Ama ölümünden sonra cesedine yaptıklarına bakarak, eline düştüğü insanların kafa yapısı hakkında bir fikir edinebiliriz. Önce sakladılar cesedi. Sonra sergilediler. Sonra, bilinmeyen bir yerde adsız bir mezara gömdüler. Sonra kazıp yeniden çıkardılar. Sonra yaktılar. Ama yakmadan önce, daha sonra teşhis edilebilsin diye, parmaklarını kestiler.”
John Berger hafızalara kazınan fotoğrafı böyle anlatıyordu.
Nazileri ülkeden atan Yunanistan’da 1947-49 arasında iç savaş yaşandı. Komünistler arasında Osmanlı Tugayları isimli silahlı bir Türk birliği de çarpışıyordu. Başında “Kapetan Kemal” lakaplı Mihri Belli vardı. Che Guevara, genel kanının aksine Küba değil Arjantin doğumluydu. Küba Devrimi son durağı olmadı, dünyayı dolaştı, Bolivya’da devrim yapmaya çalışırken öldürüldü. Vietnam’da emperyalizme kök söktüren Ho Chi Minh, 1920’lerin başında Fransa’da komünist partinin kurucuları arasındaydı.
Yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca örnek var.
19. yüzyıldan miras kalan “enternasyonal” siyaseti 20. asrın solcuları sürdürdü. Dünya sanki dümdüz bir ova gibi önlerindeydi. Emperyalizmin sınır tanımaz müdahaleleri karşısında sınır bilmez bir direnç yaratıyorlardı. Dünyayı değiştirenler sabah Uzak Asya’da uyanıyor, öğlen Avrupa’da savaşıyor, akşam Latin Amerika dağlarında uykuya dalıyordu.
Sebebi yenilgi mi? 21. yüzyıl solunda artık herkes “kendi halinde”ydi. Artık enternasyonal olan ise başkalarıydı.
10 yıllık cihat enternasyonali İdlib’e sıkıştı
17 Aralık 2010 günü Tunus’ta seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazizi kendini yakarak dominonun ilk taşını devirdi. 28 Aralık’ta protestolar Cezayir’e atladı. 14 Ocak 2011’de Ürdün’de, 17 Ocak’ta Moritanya, Sudan ve Umman’da, 25 Ocak’ta Mısır ve Lübnan’da isyan başladı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ardı ardına düzen değiştiren olaylar, 15 Mart’ta Suriye’nin Dera kentine sıçradı.
Başlangıçta kitle kalkışması gibi görünen hareket, 29 Temmuz’da Hatay’da Özgür Suriye Ordusu’nun kuruluşuyla silahlı aşamaya evrildi. Emperyal devletler tarafından “yer yer desteklenen” halk hareketleri, İslamcı örgütler eliyle enternasyonal cihat ideolojisine savruldu. Berlin’den ya da Tokyo’dan uçağa binen sakallı adamlar Antep’te iniyor, Halep’te kâfir saydığı başka mezheptekinin kafasını kesiyordu.
El Kaide ya da IŞİD gibi adları sürekli değişen enternasyonal cihatçı terör büyüdükçe Suriye masasındaki devletler birer birer kalktı. Yerlerine vekâletler bıraktılar. “Artık bitti” diye düşünülen Suriye’deki iktidardan başka ülkeyi bütün halinde tutabilecek başka bir güç olmadığı görüldü. Vücudun bütün cerahatinin bir organda toplanması gibi, yenildikçe İdlib’de toplanan “enternasyonal cihatçı terör” ile Rusya-Suriye Ordusu baş başa kaldı. İdlib’in düşmesi “enternasyonal cihat ideolojisi”nin 10 yıllık parantezinin kapanması anlamına gelecek.
‘Muhalifler’ değil ‘teröristler’
Yandaş medyanın “muhalifler” dediğine bakmayın. Türkiye, İdlib’deki en büyük örgüt Heyet Tahrir Şam’ı (HTŞ) Resmi Gazete’de yayımladığı ilanla terör örgütü olarak tanımlıyor. Şehirdeki Hurras El Din, Türkiye’nin resmen terör örgütü saydığı El Kaide bağlantılı 10’un üzerindeki örgütten oluşuyor. Ya da Türkistan İslam Partisi’nin eylemlerini Türk devleti terör kabul ediyor. “Cici cihatçı” sayılanlar bir yana İdlib’de terör örgütleriyle beğensek de beğenmesek de Suriye devleti savaşıyor. 4 yıl önce “hiçbir devlet kendi sınırları içerisinde hendekleri, barikatları kabul etmez” meselesini dünyaya anlatan bizim hükümet ise “İdlib’i kontrol eden terör örgütlerine karşı operasyonu durdurun” diye çırpınıyor.
Cihatçılarla aynı fotoğrafa sokuluyoruz
Bilinçli ya da bilinçsizce, sistem iki taraftan Türkiye’yi bir bataklığa doğru itiyor. 4 ay önce Erdoğan’a telefonda “çekiliyoruz” diyen Trump, bir de görev veriyordu: “Bundan sonra IŞİD tutukluları Türkiye sorumluluğunda”. Türkiye, Suriye için barış umudu yaratan Astana-Soçi sürecinde de Rusya’ya benzer bir söz veriyordu: İdlib’deki sözde “ılımlı cihatçılar” ile “terörist cihatçılar”ı ayrıştırmak.
Dün Trump’ın çekilmesini “büyük başarı” diye anlatan iktidar, bugün ise “geri gel” diye kendisine başka yol arıyor. İster o kutupta ister bu kutupta yer alsın değişmeyen bir şey var. Hükümet; Türkiye’yi, Çin’den Kafkasya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya dünyanın cihatçılarının toplandığı fotoğrafın içerisinde poz vermeye zorluyor. İktidarın İhvancı takıntıları ülkeyi savaşa sürüklerken; Türkiye teröristlerin arabulucusu, gardiyanı, ayrıştırıcısı oluyor. Elbirliği ile yapılan bu karanlık yolculuğun kurbanı ise bize ait olmayan savaşta şehit edilen günahsız Mehmetçiğimiz oluyor.
İdlib’deki terörün yenilgisi dünyayı değiştirir
Avrupa’da yükselen İslam karşıtlığından mı şikâyetçisiniz? Her coğrafyada yükselen yabancı düşmanı aşırı sağ politikacılar sizi rahatsız mı ediyor? Türkiye’de günden güne artan mültecilerin sorunlarından mı endişelisiniz? Türkiye’nin sınırlarının güvensiz olması sizi kara kara düşündürüyor mu? Dünyanın hangi sorununa el atarsanız atın, İdlib’deki terörün yenilgisi, çözmek için en iyi başlangıç noktasıdır. 10 yıllık enternasyonal cihatçı terör defterinin İdlib’de kapanması, İdlibliler dahil, savaştan beslenmeyen herkesin çıkarınadır. Türkiye’nin, Türk milletinin çıkarı da savaş çağrılarında değil, İdlib’deki terörle arasına mesafe koyan, yenilgisini kolaylaştıran politikadadır.
Salı günü cihatçılar İdlib’de bir Suriye helikopteri düşürdüler. Yanan cesedi bir süre izledikten sonra, enkazdan çıkarıp işkence yaptılar. Sonra bir aracın arkasına bağlayıp sürüklediler. Tam bu sırada içimizdeki İhvancılar ise vahşete bakarak sevinç çığlıkları atıyordu. Oysa John Berger’in söylediği gibi; görüntü ölüyü değil, öldürenlerin kafa yapısını anlatıyordu.
Türkiye bu ortaçağ barbarlığından yolunu ayırabildiği için sınırlarını başkalarının çizdiği bir ülke olmaktan kurtuldu. İdlib’e sıkışmış enternasyonal cihatçı terör bizim değil. Bu savaş bizim savaşımız değil.